Foça'dan Almanya'ya İlk Adım: "Pass Bitte!" (2'nci Bölüm)
Eee, annemize kavuştuk da haritaya bakıyorum, Foça yazmıyor. İzmir var, Google da yok o zaman. Anneannem ezberletmişti iki dua, okuyup duruyorum. Belki de o günlerde vazgeçmişimdir dualardan... Allah kahretsin yaa...
Neyse, annem işteyken Berlin'in merkezinde yarısı yıkılmış bir kilise var, savaştan kalma. Orada garip kılıklı müzisyenler var, çalıp söylüyorlar. Oturup onları dinliyorum. Nerede Zeki Müren, nerede bunlar.
Anneme söyledim yapamayacağımı. Baktı kararlıyım, tanıdıklarından rica etti, iş buldular bana. Güler misin, ağlar mısın, inşaatta çalışacağım. Hep Türk işçiler var, hep kaçak. Akşam olunca iniyorsun aşağıya, günlük bir para veriyorlar. Sağ olsunlar, bana hiçbir şey yaptırmıyorlar.
Yan tarafta hipodrom gibi bir şey var, bütün gün onları seyrediyorum. Atlar var. Hop? Gidiyorum Foça’ya... Arabacı Tahir, Rokona, arabacı Nevzat… Hay Allah, rüya mı bu???
Derken bakıyor annem, iflah olmayacağım. Ablama anlatıyor. Ablam da Frankfurt'ta bir Almanla evli, fabrikası olan biri. Ve Frankfurt maceram başlıyor.
Bir düşünün: Tuz mağazalarında ağ tamirinden yorulup uyuyakalan Kozlu Dayı'nın üstünü örten çocuk... Dokuz yaşında Yılmaz Abi'nin dışarıya yayın yapan radyodan Metin Oktay’ın penaltı golüyle şampiyonluk yaşayan çocuk...
Hıdırellez’de kırlarda dolaşan çocuk... Derenin üzerindeki karadutta yüzünü arkadaşlarıyla boyayan çocuk... Zeytin toplayan, küçük Ali’nin bahçesinden çağla badem çalan çocuk...
Yerlere tükürülmeyen, asla çöp atılmayan manyak bir ülkede... Ve de on dört yaşında... Travmaya bakın.
Ama olsun, beni ayakta tutan müthiş bir aşk var. Hani Foça’nın eski yolundan, karabiber ağaçlarını geçince az ilerden Foça görünürdü ya... Son ayrıldığımda, “Döneceğim sana Foça’m,” demiştim...
Frankfurt mu? Haftaya...
NECATİ VURAL
YORUMLAR