Çarşıdan Kalan Tat: Bir Çıraklık Hikayesi

NECATİ VURAL

Sağda Tayyar Usta, solda belediyenin havuzu; borular falan döşeliydi havuzda. Hâlâ bilmem o havuz neden vardı ve o borular...

Çarşıya girdik. Tam karşıda Salih Usta'nın marangoz dükkânı. Arap İbraam'ın ne dükkânıydı, bilemedim şimdi.

Leblebi tozu da vardı, "yoyo" dediğimiz garip oyuncaklar da!

Aman, Mustafa Amca'nın dükkânını atladım; Suat Abi'nin babası. Her şey vardı o dükkânda; kocaman bidonlarda "gaz" dediğimiz bir şey dahil.

Bir terzi abi vardı, sanki Süleyman'dı adı ama bilemedim. Sonra Kasap Süleyman...

Evladımız Muhsin'i kaybetmiştik orda. Çok güzel bir çocuktu. Ben bir daha Süleyman Abi'yi hiç görmedim. Evlat acısını nasıl anlatayım ki...

Sonra "Taşkafa Ahmet" derlerdi. Bir bakkal dükkânıydı onunki. Sonraki birkaç dükkân aklımda yok.

Ama sonra yine Mustafa Amca var. O da bakkal. Dükkânında namaz kılardı. Bir gün Mustafa Amca tam namaza durduğunda müşteri gelmiş. Bir şeyin fiyatını sormuş. O anda da elleri kulaklarındaymış Mustafa Amca'nın. Müşteri çok değil o zaman, kaçırmamak için elleriyle "iki buçuk" işareti yapmış. Namaza devam tabii.

Bir sonraki yer TÖS vardı bir zamanlar; Türkiye Öğretmenler Sendikası. Onların lokali... Hüseyin Amca çaycıydı orda, Hüseyin Erdem. Ve yedi yaşında çırak girdim ben ona. Çay'la muhabbetim ordandır, ilk eğitimim yani. Sonra yüksek öğrenimimi Yılmaz Abi'nin yanında yaptım. İşine sevdalı olmanın, severek yapmanın önemini ve güzelliğini orda öğrendim.

Yıllarca oynadığım futbolda kazanmadığım parayı o "diploma"dan kazandım. Hepsi cennette uyusun, inşallah.

Sakın Çay deyip geçmeyin!

NECATİ VURAL / FOÇA